31 Ekim 2009 Cumartesi

serçe kaldırımda ıslanınca...

güzel ki sopsoğuk havada akşamın bir vakti, ıpıslak saçlarla, bedenle otobüse binmek. çünkü fazlaca yorulduktan sonra yatağın tadı daha bir başka. daha bir sıcak. daha bir sevimli.  evet bir şeyin değerini bilmek için onsuzluğu tadmak lazım falan. tabii belirli aralıklarla tekrarlanmalı zira insan denilen varlık unutkan, doyumsuz...
velhasıl güzel olanlar var. mesela o yorgun ayaklarla tek başına ayakta duran amcaya yer vermek güzel. bir bakıma yorgunluk unutturucu. üstelik yer verilen amcanın karşı koltukta oturan süper sevimli amca ile arkadaş olması, muhabbet kurması daha bir güzel. bir de arkandan 'çok yorgun göründüğü halde yer verdi. muhabbet bitmedi...' demeleri en güzeli.
bitmedi. o yağmurun altında küçük kedisini montunun içine sokarak kendi ıslanan insan da güzel. kedinin ıslanmaması da.


not1: bilmem nerde dil çıkartmak ayıpmış. o yüzden toplum içinde dil çıkartmayınız.
not2: metrobüsün kapıları çok çabuk kapanıyormuş dikkat ediniz.
not3: insanlara dik dik bakmayınız.
not4: 8765678 tane test çözmeniz gerekliyse son güne bırakmayın.
not5: edith piaf'dan kurtulabilmek için bir önerisi olan varsa ne mutlu ona.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Kimler geldi Kimler geçti...

Evelliyatında efendim bu yazı dizisi doğumumuzla başlar... 90 başı gençliği... tabii gidemedik göremedik hepsini lakin kalbimiz onlarla oldu. Aklımız onlarda kaldı zevkimiz oturunca... Bir zamanlar ‘acaba bizim buralara gelirler mi?’ dediğimiz bir çok müzisyen, grup gün geçmiyor ki ülkemize teşrif edip kalbimizi fethetsin... 60 lı ve 70li yıllarda çok ünlü sanatçıların ülkemizi ziyaret etmesi ender bir durumken 80’ler ile birlikte bu suskunluk bir son buldu. En nihayetinde 1992 yılında Bryan Adams’ın gelişiyle stad konserleriyle tanıştık(şükürler olsun). 2000 yılında H2000 festivali ile de açık hava konserleri dönemi başlamış oldu...

Evet efendim şöyle bir baktığımızda kimlerin geldiğine 1993 yılında Metallica’yı görüyoruz. ‘Nowhere else to roam, open air 1993 world tour’ kapsamında kendileri ülkemizi ziyaret ettiler. Ne de iyi ettiler. 25 haziran 1993 Cuma günü saat 19.00 da, İnönü Stadyumunu dolduran coşkun müzik dinleyicisi bize aslında rock kültürünün gayet yaygın olduğunu gösterdi. Ahmet San’ı bu organizasyonu yaptığı için selamlıyorum... Bir de belirtmek isterim ki biletler 200.000TL ile 300.000TL arasıymış. Eh iyi para...

Metallica’nın gelmesi büyük bir sevinç yaratmışken ardından alınan bir duyum (biraz taraflı olacak ama) insanı sevinç komasına sokacak cinsten. Dünya’nın görüp görebileceği en güzel seslerden biri; Klaus Meine... Evet, 1993’ün 17 eylül akşamı saat 17.00 sularında Scorpions, ‘Face the heat tour’93’ kapsamında İnönü Stadyumunda... Coca cola sponsorluğu ile. Coca cola’nın türk camiasına en büyük kıyağıdır bu bence. Kapalı tribün 300.000TL den satışa sunulmuş. Ve İnönü’den bir kadife ses geçmiş...

Ardından Guns n’ roses ve Pearl jam gelmişler. Bu işlerde de Ahmet San Bey’in parmağı var. Merak ediyorum da Ahmet San’ın çocuğu olmak nasıl bir duygudur... Süper zengin baba parasını dünyanın en iyi gruplarını Türkiye’ye getirmek için kullanıyor... Velhasıl yıl 98 Apocalyptica teşrif eder. Kemancı mekanına... öyle çok da büyük bir konser olmaz bu... 

Veee bu yaz da ülkemizi ziyaret eden ‘baba’ adamlar.. Deep Purple... Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda bir efsane gerçeğe döner 98 yılının haziran ayında...

Efsaneler gün geçmez ki çoğalmasın. Rolling Stones (tekrar Ahmet San sağolsun) 19 eylül’de Ali Sami Yen’e çıkar ve tüm stadyumu doldurur.. onu da motörhead izler..

Vee -duygusal yaklaşarak söylüyorum ki- Scorpions konserinden sonra en çok gitmek istediğim konser olan Led Zeppelin & Jimmy Page & Robert Plant konseri... böyle bir üçlü bir araya gelirse ne olur düşünün artık. Vecd mi olursun, deli mi olursun bilinmez.. Efsane devam etsin diyoruz...

Gittikçe açık bir hal alıyor ülke. Bir kaç yıl evvel saçı uzun olduğundan, kulağına küpe taktığından dövülen, bıçaklanan gençlerin vakti şimdi. Müzik vakti. 1 kasım 1998 Slayer gelir. Fazla söze gerek yok. Büyüktür. Serttir... 

7 eylül 98 Iron Maiden(bir biz göremedik) ve 13 haziran Pazar 99 tekrar Metallica. Bu sefer Ali Sami yen. Zaten bence Ali Sami Yen, Metallica ve Galatasaray’ın ortak mekanı olmalı. Bir grup bir ortama ancak bu kadar yakışır...

Yandan flütçülere selam. Jethro Tull 13 temmuz 99 da geliverdi. Bence gayet iyi yaptı. Tekrar gelsin hatta. Yandan flüt, tek ayak falan seviyoruz kendilerini...

Atlamadan geçemeyeceğim Fin güzeli Stratovarious, HIM de geliverir bu arada. Sonra da büyük bir efsane daha. King Diamond... King... Fazla söze ne hacet?

Ardından gerçekten büyük bir istekle beklenen, bir çok 80 gencinin hayallerini süsleyen ‘Depeche Mode’. En heyecanlı konserlerden biri olduğunu tahmin ediyorum. Ve 80 gençlerinin kaçırmadığını... 

Tekrar büyük bir efsane... Megadeth. Buyrun 80ler buyrun. 2 nesil gitti bu konsere babalar ve oğullar.. 2001’n 3 temmuz günü.

Gitar ustası Malmsteen’da ziyaret etti ülkemizi. Murat Net’ler, Cem Köksal’lar boşuna yok ülkemde değil mi?!

Özel bir konser daha. Nick Cave. Hani bir ‘where the wild roses grow’ okusa kendimden geçerdim heralde.

2005 e atladığımızda Manowar’ı görüyoruz. Yaşımdan ötürü bir türlü gitmek için izin alamadığım ardından televizyondan takip ettiğim, Cem Köksal ve Manowar üyeleri arasında çeşitli tartışmaların olduğu konser... Demons, Dragons and Warriors. Kendileri gerçek birer babadır. Ve yedikule zindanlarında ki bu konser ben afişlerine bakarak evde uyuyakalırken geçip gitti...

2005in ortaları doğumgünü hediyem olur diye beklediğim lakin gene ters çevrildiğim konser. Sepultura. Çok gariptir biletler 20 ytl idi. Kiminin iğrenç bulduğu bu gruba karşı süper bir sempati besliyordum o zamanlar. Absürd böğürmeleri ve kendilerini mağara adamı olarak adlandırmama rağmen sevilesidir...

Ve tekrar bir baba gelir 20 haziran Salı 2006’da... Roger Waters... The dark side of the moon söylemeye gelir bize. ‘Ah bi amused to death söylesen de erisek’ dedirtir ve gider...

2007 yılının en büyük bombası ise şüphesiz ‘Tool’ oldu. Her ne kadar kötü bir ses sistemine sahip olan Kuruçeşme Arena’da gerçekleşmiş olsa da konser bir çok insanın rüyalarını süsledi. Şafak günü sayarcasına günleri, saatleri saydırdı gelene dek. Ve çoğuna en büyük keyif konseri en önden tek başına izlemek oldu...

Son olarak 22 Ağustos 2008 tarihinde, tam 15 yıl sonra bir çocukluk rüyası gerçekleşir. Yıllar boyu her gece görülen rüya gerçeğe dönüşür. Öyle ki berbat bir günde gelen, beklenmeyen bir mesaj ben ve eminim bir çok insanın hayatını değiştirir. Scorpions İstanbul’a geliyordur... ‘Scorpions’u canlı görmeden ölmem!’ diyen ben en büyük sevinci yaşamaktayımdır. Heyecandan günlerce uyunmaz. Her saniye sayılır. Ve gün gelir. Ve saat gelir. Ve tam 3 nesil gelir konser alanına. Ve birden Klaus Meine. Melek yüz, kadife ses. Alman altını. – bu adam ailemin bir ferdi olsa ne olurdu ki?-. Bundan sonrki duyguları açıklamakta kelimeler kifayesiz kalacağı için bu şekilde bitirmek istiyorum.

Allah Scorpions’ı başımızdan eksik etmesin.

Amin.

19 Ekim 2009 Pazartesi

paranoid

lanet şarkılardan başka bir şey ilham kaynağım olamaz mı artık?
bir zahmet olsun çünkü şarkı isimlerinden başlık yapmaktan, notalarından duygu inşaa etmekten sıkılmış durumdayım. hani o diyor ya "duygularım olsa şuan ağlayabilirdim." işte tam da onu yaşıyorum. en azından onu yaşadığımı anlayabilme kapasitesine sahibim değil mi?
 şimdi bu yazının sonuna yaklaşırken novembers doom'un mükemmel bir grup olduğunu ve twilight innocence şarkısının aşmış olduğunu yazmak istiyorum. evet bir değişim yok... hi-hat aç kapa falan. ayrıca novembers doom'u paylaştığım bir insan var. evet. tabii. paylaşım falan hoş. sonuçta birlikte dinleyebiliyoruz şarkıları.
entry'nin sonuna doğru sapıtmak.
manyak gibi nota çıkarmak. laan kolay değil davul tabı okumak. gitar falan basit mesela. nota okumak zaten basit. ama tab bilmeyince 8765678 kere şarkıyı dinleyip nota çıkarmak lazım. sonuçta çıkardım birkaç tane. onlar yeterli.
güzelce kolum ağrımakta.
son olarak sen soğuktan tirtir titrediğimi görüp, bağdaş kurmuş vaziyette denize bakarken beni çeken insan, eğer bunu okuyorsan üç kere tıklamanı istiyorum...
ve evet şarkılı başlık koyuyorum.

3 Ekim 2009 Cumartesi

(bkz: kendini kedi zanneden insan)

diye bir başlık var sözlükte. sanki benim için açmışlar allahım. 

hani bir zamanlar daha küçüktüm. minicik, ufacık. daha yeni scorpions dinlemeye başlamıştım hani... sahi ilk wind of change dinledim ben. daha okula başlamamıştım o zamanlar. wind of change 1990 da çıktı. tahmin et işte. öyle bir şeyler.. çok küçüktüm, bilgisayarımız vardı işte onun içine girmiş bi şekilde öyle tanışmıştık...  
tabii benim anlatacağım şey çok farklı. scorpions ile alakası yok. velhasıl, işte ben öyle böyle küçükken kendimi kedi zannediyordum.( gerçi bazen hâlâ öyle zannediyorum da...) mesela masada oturmazdım. mutlaka masanın altında otururdum. yerde... babam da bana yemek verirdi. kase içinde çorbayı falan kedi gibi içerdim. ne zaman normal insanlar gibi sandalyede oturmaya başladım bilmiyorum ama çok seviyordum ben o durumu. sonraaaaa, hep karanlık yerlerde dururdum ve kolumu yalardım. böyle söyleyince iğrenç geliyor sanki. ama napıyım gerçek bu...
bir keresinde de -hiç unutmuyorum- küçük bir kedinin arkasından koşmuş ve traktörün altına girmiştim. duran traktör tabii. sonra hayvanı kuyruğundan yakalayıp çekmiştim. babannemde arkamdan bağırıyordu "gitti kızım gittiii" diye. yok gitmedim bir yere. iyiyim ben. kedi gitti. kim bilir nasıl acıdı kuyrucuğu bebeğin...
evet ben kendimi kedi sanıyor(d)um...